10 Ekim 2010 Pazar

sınır zorlamaca

Tabağındaki yemek bırakmayan,derslerine planlı çalışan insanlara olmuş gözüyle baktık genelde ezelden beri. Tabi bizim gibi hıyarlar da belle and sebastian şarkılarında çözdük olmuşluğu sevgili üstinsan okurumuz. Öyle bir dönemdeyiz ki kulak oynatan insanlar sadece sevdiklerine oynatıyorlar o kulakları. Sevdiğin biri için yapabileceğin en büyük şey değişmek midir,karşıdan geleni olduğu gibi almak iki yüzlülüğe mi girer. Kış meyveleri çıkınca kirazın papucu dama atıldığı gibi, kışlıkları çıkarınca yaşadığının yaz aşkı olduğunu farketmek de mi yine iki yüzlülük şimdi. Kusursuz insan ilk denemesinde piposunu yakamazmış. Demek ki arka fon ne kadar beyaz olursa olsun, ya da karşı taraf ne kadar kara geri adım atmamak gerek.

30 Eylül 2010 Perşembe

since always

Olduramamak diyince hani gözümüzün önüne ideal tek bir parça gelmese de ben genelde zihnimde margot tenenbaumu oluştururum. 'Hani kopuktu kopuktu zincir'e örnek olması açısından. İnsanlara salça olmam da takside çalışmayan bir radyodan güç alıp kaptana zorla müslüm gürses dinletmekten öteye geçemez hani. Yazımızın ana fikri bu. Gel gelelim ideal tenenbaum öyle değil. Sonu belli hikayeye girmeye cesaret edebilen mi, boktan sonucu öngörüp yine yapıcağı hatayı yapan mı, olarak iki şıkkımız var. Her halukarda olumsuzluğu arıyoruz. Yağmurda kokusu duyulan kişi aura'nın a'sından nasibini almamış kişi olabilir. Sonunda yine de kazanırlar hikayenin, kimse hikayeyle gerçek arasındaki farkı onlara anlatmamıştır. Hikayelerin hatıralarına, oldurulamayan kahramanlara teşekkür etmek gerek, ilan eder gibi değil o hikaye o kahramanın sonunu, sadece veda eder gibi bi dosta.

24 Eylül 2010 Cuma

be fucking polite

Haydi diyosun bu sefer de ben uyumlu oliyim. Hemen seçiyosun kendine bir uyum binbir çeşiti arasından, ten uyumu, el hafızası, entropi vs vs. 10 numara ten uyumu içinde yaşarken sonuç yine aynı. En sevdiğin insan bile rakipleri gibi yüzde 78 sudan oluşuyor. Çıksam şimdi halka sorsam Fatmagülün suçu ne? Bence de yüzde 60 çıkar. Benim bulunduğum mühitte yaş insanın gözüne batar. Tatlı tatlı kaşındıran bir 26 yaşına gireyazarken hani şuraya ufaktan bir 16 years of alchol filminin fragmanını koyabilmek isterdim. Evet bu yıl daha az alkol içicem haftada 4 şimdilik yeter. Sigarayı komple bırakıcam. Bi tek alkolle. Bi de kahveyle, çayla da içeriz valla. Günde en az 1 litre portakal suyu, haftada en az bir kitap, ayda en az bir çeşit spor.

19 Eylül 2010 Pazar

sancılı dönemler

Konuşmak için sarhoş olmayı beklemek gibi güzel görgü kurallarını pek aksatmayız halk olarak. Diğer aksatmadığımız kuralımız da tuvalette deyimler sözlüğü karıştırmaktır mesela. Fincancı katırlarını ürkütmenin, eski camların bardak olmasının güzel manalara gelmesini yine tuvalette öğrendiğim de doğrudur şahsen. Bu sefer bir değişikliğe gidip tuvaletten bu yazıyı yazmaya karar verdim desem nasıl iğrenç gözükür di mi. Ama tatildeyim, uzatmışım ayaklarımı denize hamaktan yazıyorum desem vay anasını bir yazı da olabilir hani. Apartmanın tepesinden ayaklarımı sarkıtırken klavyeyi tuşluyo ya da tramvayda da olabilirim bittabi. Yaz bitmiş serçe parmağını tatile henüz sokamamış biri olarak size tek önerim ayaklarını üşütmeyin.

21 Ağustos 2010 Cumartesi

ilim,bilim,jöle

Latife diyince aklımıza balkondaki saksıya sıkıştırılmış bir avuç camgüzeli çiçeği mi geliyor? Doğru yerdesin o zaman sevgili okuyucu. Doğru yerdesin ama yanlış zamanda. Bugün ayda yürüyen ilk adamın yediği ilk yemeğin kurutulmuş dondurma olduğundan dem vurucaktım halbuki. Dediğim gibi vuracaktım ama sebebini öğrenemediğimiz için bu uzay menüsünün konuyu saptırmak zorunda kalıyorum, aynı bir türlü kabullenemediğimiz türlü geçmişler gibi. Uzun süredir bloğuna yazmıyan insan aşık olmuştur arkadaş diyen birinin ağzına tokatı çakarım mesela. Sorun düzende a dostlar. Düzen bozulur hayat altüst olur diye endişe etmek yerine değişimlere teslim olmak her zaman faydalıdır. Rübik küp gibi her seferinde farklı bir yoldan ilerlemeli sevgili nüktedanlar. Eylül ne çabuk kapıdan baktırdı ake.

20 Ağustos 2010 Cuma

dışarı kokusu

İçinde 'birileri' geçen cümle duyduğu anda ortamı yasemin mori şarkılarıyla şenlendiren arkadaşlarımıza elbirliğiyle alışdık da herşeyi ciddiye aldığı için herşeyi şakalaştıran insanlara alışabildik mi? Mesela kendimize. Şarap yerine üzüm yiyeceksek peki metrobüse binmek yerine ne yapıcaz? Ya da güncele gelelim. Evrim geçirecem diye zilyar yıl önce denizden karaya çıkan fosil hıyar mutlu mu acaba şimdi? O karaya çıkan atamızdan gelen bir özellik sanırım: kontrol edilemeyeni değil de edileni düzeltmeye çalışma. Daha ruhani daha az akılcı yerine daha okumuşu moderni tecih etmeseydi yine o aynı ata Hindistana gidip pirinç ayıklama hedefi de koymazdı sanırım şimdilerde kimse. Bence ağustosun özelliği insana yeni birlerin lazım olması, çarptığı eşyadan özür dileyen, çarptığı eşyaya küfür eden yeni biri ya da çarpıldığında, küfür edildiğinde yüzü solan yeni birşey, bir enstruman...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Chelsea bus

İnsanlar nasıl anadan üryan doğarsa, Sadi de anasının karnından muntazam tamlığında doğmuştu. Gözlerini açtığı saniye boyunca yapılmaması gereken şeylerin lama cimi, istisnai bahanesi olamazdı. Bekar ölünmek istenmiyorsa çorapların ayak tarafında durmasının gerekliliği gibi bekar yaşlanmak isteniyorsa yeni alınan bir çift çorabı komşuda unutmak yeterliydi. Sadi'nin çevresinde batıl inanç ve ilaçlara inanan herhangi bir arkadaşı da yoktu. O arkadaşları doğduğu ilçede kalmıştı. İlçedeki mistik hurafelerin yerini burda modern inançlar alıyordu. Örneğin Sadi'nin sevgilisinin telefonu en fazla 3 çalmada açılmalıydı. İlçedeki gaipten seslerin insanların üzerlerinde sahip olduğu ağırlık şehre insanların polifonik seslere emirleri olarak inmişti. Emir inmesine inmişti ama Sadi'nin sevgilisinin telefonu şimdi de meşguldu. Sevindi Sadi. Ne vakittir sevgilisini azarlıyamıyordu. Ve şu anda dolmuşta ter içinde olmasının tek sebebi sevgilisine gidiyor olmasıydı. Sadi ailesinden almış olduğu adapla bulunduğu şehirdeki muaşereti katiyen ortak potada eritemediğinden sevgilisine toplu bir taşımada hele ki dolmuşta kızmasına hiç imkanı yoktu. Zaten yanındakinin naif ama kendine güvenir, haksız ama kendine güvenir, dingin ama kendine güvenir ses tonuyla yapmış olduğu telefon görüşmesinden yeterince irite olmuştu. Sadi de her arkadaşı gibi yargılarını öne sürmeye bayılırdı. Zaten Sadi'nin önyargıları sadece yanındakineydi, telefonun diğer ucundakine değil. Telefonun diğer ucundakini tanısa çok hoşlanıcaktı. Daha doğrusu telefonun diğer ucundaki ile 2 yıl önce tanışmış ve çok hoşlanmıştı. Sadinin çevresinde insanların lugatında sevmek yoktu, hoşlanmak vardı. Sadi ekmek kadayıfından çok hoşlanırdı, aynı şekilde yeni almış olduğu cep telefonundan da. Bir de bunlarla aynı kefeye koyduğu sevgilisinden çok hoşlanırdı. Sadinin irite olduğu adam telefonda 'Sadi'nin sevgilisi' ile konuşuyordu. Adı Salim'di.
O saniye dolmuşta telefonla konuşan bir kişi daha vardı. Coming soon.