11 Ağustos 2010 Çarşamba

Chelsea bus

İnsanlar nasıl anadan üryan doğarsa, Sadi de anasının karnından muntazam tamlığında doğmuştu. Gözlerini açtığı saniye boyunca yapılmaması gereken şeylerin lama cimi, istisnai bahanesi olamazdı. Bekar ölünmek istenmiyorsa çorapların ayak tarafında durmasının gerekliliği gibi bekar yaşlanmak isteniyorsa yeni alınan bir çift çorabı komşuda unutmak yeterliydi. Sadi'nin çevresinde batıl inanç ve ilaçlara inanan herhangi bir arkadaşı da yoktu. O arkadaşları doğduğu ilçede kalmıştı. İlçedeki mistik hurafelerin yerini burda modern inançlar alıyordu. Örneğin Sadi'nin sevgilisinin telefonu en fazla 3 çalmada açılmalıydı. İlçedeki gaipten seslerin insanların üzerlerinde sahip olduğu ağırlık şehre insanların polifonik seslere emirleri olarak inmişti. Emir inmesine inmişti ama Sadi'nin sevgilisinin telefonu şimdi de meşguldu. Sevindi Sadi. Ne vakittir sevgilisini azarlıyamıyordu. Ve şu anda dolmuşta ter içinde olmasının tek sebebi sevgilisine gidiyor olmasıydı. Sadi ailesinden almış olduğu adapla bulunduğu şehirdeki muaşereti katiyen ortak potada eritemediğinden sevgilisine toplu bir taşımada hele ki dolmuşta kızmasına hiç imkanı yoktu. Zaten yanındakinin naif ama kendine güvenir, haksız ama kendine güvenir, dingin ama kendine güvenir ses tonuyla yapmış olduğu telefon görüşmesinden yeterince irite olmuştu. Sadi de her arkadaşı gibi yargılarını öne sürmeye bayılırdı. Zaten Sadi'nin önyargıları sadece yanındakineydi, telefonun diğer ucundakine değil. Telefonun diğer ucundakini tanısa çok hoşlanıcaktı. Daha doğrusu telefonun diğer ucundaki ile 2 yıl önce tanışmış ve çok hoşlanmıştı. Sadinin çevresinde insanların lugatında sevmek yoktu, hoşlanmak vardı. Sadi ekmek kadayıfından çok hoşlanırdı, aynı şekilde yeni almış olduğu cep telefonundan da. Bir de bunlarla aynı kefeye koyduğu sevgilisinden çok hoşlanırdı. Sadinin irite olduğu adam telefonda 'Sadi'nin sevgilisi' ile konuşuyordu. Adı Salim'di.
O saniye dolmuşta telefonla konuşan bir kişi daha vardı. Coming soon.

Hiç yorum yok: