10 Ekim 2010 Pazar

sınır zorlamaca

Tabağındaki yemek bırakmayan,derslerine planlı çalışan insanlara olmuş gözüyle baktık genelde ezelden beri. Tabi bizim gibi hıyarlar da belle and sebastian şarkılarında çözdük olmuşluğu sevgili üstinsan okurumuz. Öyle bir dönemdeyiz ki kulak oynatan insanlar sadece sevdiklerine oynatıyorlar o kulakları. Sevdiğin biri için yapabileceğin en büyük şey değişmek midir,karşıdan geleni olduğu gibi almak iki yüzlülüğe mi girer. Kış meyveleri çıkınca kirazın papucu dama atıldığı gibi, kışlıkları çıkarınca yaşadığının yaz aşkı olduğunu farketmek de mi yine iki yüzlülük şimdi. Kusursuz insan ilk denemesinde piposunu yakamazmış. Demek ki arka fon ne kadar beyaz olursa olsun, ya da karşı taraf ne kadar kara geri adım atmamak gerek.

30 Eylül 2010 Perşembe

since always

Olduramamak diyince hani gözümüzün önüne ideal tek bir parça gelmese de ben genelde zihnimde margot tenenbaumu oluştururum. 'Hani kopuktu kopuktu zincir'e örnek olması açısından. İnsanlara salça olmam da takside çalışmayan bir radyodan güç alıp kaptana zorla müslüm gürses dinletmekten öteye geçemez hani. Yazımızın ana fikri bu. Gel gelelim ideal tenenbaum öyle değil. Sonu belli hikayeye girmeye cesaret edebilen mi, boktan sonucu öngörüp yine yapıcağı hatayı yapan mı, olarak iki şıkkımız var. Her halukarda olumsuzluğu arıyoruz. Yağmurda kokusu duyulan kişi aura'nın a'sından nasibini almamış kişi olabilir. Sonunda yine de kazanırlar hikayenin, kimse hikayeyle gerçek arasındaki farkı onlara anlatmamıştır. Hikayelerin hatıralarına, oldurulamayan kahramanlara teşekkür etmek gerek, ilan eder gibi değil o hikaye o kahramanın sonunu, sadece veda eder gibi bi dosta.

24 Eylül 2010 Cuma

be fucking polite

Haydi diyosun bu sefer de ben uyumlu oliyim. Hemen seçiyosun kendine bir uyum binbir çeşiti arasından, ten uyumu, el hafızası, entropi vs vs. 10 numara ten uyumu içinde yaşarken sonuç yine aynı. En sevdiğin insan bile rakipleri gibi yüzde 78 sudan oluşuyor. Çıksam şimdi halka sorsam Fatmagülün suçu ne? Bence de yüzde 60 çıkar. Benim bulunduğum mühitte yaş insanın gözüne batar. Tatlı tatlı kaşındıran bir 26 yaşına gireyazarken hani şuraya ufaktan bir 16 years of alchol filminin fragmanını koyabilmek isterdim. Evet bu yıl daha az alkol içicem haftada 4 şimdilik yeter. Sigarayı komple bırakıcam. Bi tek alkolle. Bi de kahveyle, çayla da içeriz valla. Günde en az 1 litre portakal suyu, haftada en az bir kitap, ayda en az bir çeşit spor.

19 Eylül 2010 Pazar

sancılı dönemler

Konuşmak için sarhoş olmayı beklemek gibi güzel görgü kurallarını pek aksatmayız halk olarak. Diğer aksatmadığımız kuralımız da tuvalette deyimler sözlüğü karıştırmaktır mesela. Fincancı katırlarını ürkütmenin, eski camların bardak olmasının güzel manalara gelmesini yine tuvalette öğrendiğim de doğrudur şahsen. Bu sefer bir değişikliğe gidip tuvaletten bu yazıyı yazmaya karar verdim desem nasıl iğrenç gözükür di mi. Ama tatildeyim, uzatmışım ayaklarımı denize hamaktan yazıyorum desem vay anasını bir yazı da olabilir hani. Apartmanın tepesinden ayaklarımı sarkıtırken klavyeyi tuşluyo ya da tramvayda da olabilirim bittabi. Yaz bitmiş serçe parmağını tatile henüz sokamamış biri olarak size tek önerim ayaklarını üşütmeyin.

21 Ağustos 2010 Cumartesi

ilim,bilim,jöle

Latife diyince aklımıza balkondaki saksıya sıkıştırılmış bir avuç camgüzeli çiçeği mi geliyor? Doğru yerdesin o zaman sevgili okuyucu. Doğru yerdesin ama yanlış zamanda. Bugün ayda yürüyen ilk adamın yediği ilk yemeğin kurutulmuş dondurma olduğundan dem vurucaktım halbuki. Dediğim gibi vuracaktım ama sebebini öğrenemediğimiz için bu uzay menüsünün konuyu saptırmak zorunda kalıyorum, aynı bir türlü kabullenemediğimiz türlü geçmişler gibi. Uzun süredir bloğuna yazmıyan insan aşık olmuştur arkadaş diyen birinin ağzına tokatı çakarım mesela. Sorun düzende a dostlar. Düzen bozulur hayat altüst olur diye endişe etmek yerine değişimlere teslim olmak her zaman faydalıdır. Rübik küp gibi her seferinde farklı bir yoldan ilerlemeli sevgili nüktedanlar. Eylül ne çabuk kapıdan baktırdı ake.

20 Ağustos 2010 Cuma

dışarı kokusu

İçinde 'birileri' geçen cümle duyduğu anda ortamı yasemin mori şarkılarıyla şenlendiren arkadaşlarımıza elbirliğiyle alışdık da herşeyi ciddiye aldığı için herşeyi şakalaştıran insanlara alışabildik mi? Mesela kendimize. Şarap yerine üzüm yiyeceksek peki metrobüse binmek yerine ne yapıcaz? Ya da güncele gelelim. Evrim geçirecem diye zilyar yıl önce denizden karaya çıkan fosil hıyar mutlu mu acaba şimdi? O karaya çıkan atamızdan gelen bir özellik sanırım: kontrol edilemeyeni değil de edileni düzeltmeye çalışma. Daha ruhani daha az akılcı yerine daha okumuşu moderni tecih etmeseydi yine o aynı ata Hindistana gidip pirinç ayıklama hedefi de koymazdı sanırım şimdilerde kimse. Bence ağustosun özelliği insana yeni birlerin lazım olması, çarptığı eşyadan özür dileyen, çarptığı eşyaya küfür eden yeni biri ya da çarpıldığında, küfür edildiğinde yüzü solan yeni birşey, bir enstruman...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Chelsea bus

İnsanlar nasıl anadan üryan doğarsa, Sadi de anasının karnından muntazam tamlığında doğmuştu. Gözlerini açtığı saniye boyunca yapılmaması gereken şeylerin lama cimi, istisnai bahanesi olamazdı. Bekar ölünmek istenmiyorsa çorapların ayak tarafında durmasının gerekliliği gibi bekar yaşlanmak isteniyorsa yeni alınan bir çift çorabı komşuda unutmak yeterliydi. Sadi'nin çevresinde batıl inanç ve ilaçlara inanan herhangi bir arkadaşı da yoktu. O arkadaşları doğduğu ilçede kalmıştı. İlçedeki mistik hurafelerin yerini burda modern inançlar alıyordu. Örneğin Sadi'nin sevgilisinin telefonu en fazla 3 çalmada açılmalıydı. İlçedeki gaipten seslerin insanların üzerlerinde sahip olduğu ağırlık şehre insanların polifonik seslere emirleri olarak inmişti. Emir inmesine inmişti ama Sadi'nin sevgilisinin telefonu şimdi de meşguldu. Sevindi Sadi. Ne vakittir sevgilisini azarlıyamıyordu. Ve şu anda dolmuşta ter içinde olmasının tek sebebi sevgilisine gidiyor olmasıydı. Sadi ailesinden almış olduğu adapla bulunduğu şehirdeki muaşereti katiyen ortak potada eritemediğinden sevgilisine toplu bir taşımada hele ki dolmuşta kızmasına hiç imkanı yoktu. Zaten yanındakinin naif ama kendine güvenir, haksız ama kendine güvenir, dingin ama kendine güvenir ses tonuyla yapmış olduğu telefon görüşmesinden yeterince irite olmuştu. Sadi de her arkadaşı gibi yargılarını öne sürmeye bayılırdı. Zaten Sadi'nin önyargıları sadece yanındakineydi, telefonun diğer ucundakine değil. Telefonun diğer ucundakini tanısa çok hoşlanıcaktı. Daha doğrusu telefonun diğer ucundaki ile 2 yıl önce tanışmış ve çok hoşlanmıştı. Sadinin çevresinde insanların lugatında sevmek yoktu, hoşlanmak vardı. Sadi ekmek kadayıfından çok hoşlanırdı, aynı şekilde yeni almış olduğu cep telefonundan da. Bir de bunlarla aynı kefeye koyduğu sevgilisinden çok hoşlanırdı. Sadinin irite olduğu adam telefonda 'Sadi'nin sevgilisi' ile konuşuyordu. Adı Salim'di.
O saniye dolmuşta telefonla konuşan bir kişi daha vardı. Coming soon.

27 Temmuz 2010 Salı

selam naber?

Günde 4 kere gelen tez'ini bitirdin mi sorularından kelli kendimi araştırmaya verdim. Gördüm ki 25 yaşında dişine tel takılan 7 kişiymişiz memleketimde. Bir kez daha mı tarihe geçtik sadi? (sadinin serüvenler dizisi bir sonraki sayıda) Araştırmam sadece 13 saniye sürdüğü için araştırmamın yönünü en usta olduğum iş 'hasta olmak'a doğru çektim. Hastayken rüyalarımız baştan sona aşırı belirgin ve marc johns çizimleriyle gerçeğe normalden fazla yakınmış gibi geçer. Görünen tablo tabi genelde tüyler ürperticek kadar korkunçtur. Ama mizansen (mizansen tabi ne sandın) ve tablodaki renk dizisi gerçeğe öylesine uygun, sanat bakımından tabloyla öylesine uyuşan ince ve beklenmedik ayrıntılarla öylesine doludur ki, bu rüyayı siz de görseniz cesare pavase de görse uyandığında böyle bir rüyayı sıkıyo olmasının imkanı yoktur. Farkettik ki bu sayko rüyalar uzun süre bilinçte yer ediyor. Zaten bokarmış olan organizmada derin derin izler bırakıyor. Dün rüyamda Raskolnikov'la curling oynuyorduk. Selamı var.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

10 adımda 12 adım

Bir yanım pilates mi plates mi diye düşünürken, diğer taraf adeta bir demet akalın konserinde tebrübe konuşturuyor arkadaş. Diyorum ki woddy allen ile aylak adam arasında ne fark var. Aylaklığımı nikimin munzur olmasıyla karıştırıp en güzel yaz tatilini yaşadığım tespitimde bulunuyorum. Ah be samet her sene aynı cacık ama? Woody allen demişken insan neslinin ikiye kırılmasının hala senaryolaştırılmamasına da şaşırıyorum. Her müthiş insanda bir yakışmamış karakteristik özellik, her tiksindiğimiz insanda da bir bizi çeken güzellik olmasına artık şaşırmıyorum. Graham bellin sağır karısının kulaklarının duyması için çalışırken tesadüfen telefonu bulmasını aşka, öpüşmeyi suni teneffüse benzetiyorum. Komşusunun saygısını yitirmekten korkanlarla klimadan grip oldum diyenlerden kaçıyorum. Oturup radyoyu açıyorum. Mızıka dinlemek istiyorum. Kutuda mızıka çalıcak birini bulamıyorum. Galiba bütün dünya konuşuyor,dans ediyor,operaya gidiyor. Ya da herşey ben olmadığım zaman benim olmadığım yerlerde oluyor.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

her sabah uyananlara

Hadi bugüne de kapiçinoyla başliyim diyip elektriklerin kesik olduğunu farketmem, hiçbir zaman anglosakson bohemine ulaşamayıp ömrümün büyük bir kısmını pendik-kadıköy hattında geçireceğimin kanıtı mıdır acaba sevgili blog. Biraz buharlaşmanın biraz ilahi adaletin etkisiyle hiç kızmadan, en yakın tatil mekanına kilometrelerce uzaklıkta olmanın verdiği bilinçle tam parayı uzattım kaptana. Sebebini bilemeden ağzımdan 'bir kadıköy' yerine 'kaptan bir winston soft' çıkmasıyla anladım ki bloğa bir göz atmanın zamanı gelmiş. Şanslıydım ki cam kenarındaydım. Şanslıydım ki 4 hipsterden oluşan bir doğan bizim minibüsle kapışıyordu. Minibüsin içinde ise ısrarla bir koku sağdan sadece beni sıkıştırıyodu. Ayna anda bu kadar duyguyu yaşamam, minibüsün ayaklarımı yerden kesmesi, ortamda gizli bir flörtmü vardı yoksa. İki kişi karşılaşıp aralarında bir flört başladığı zaman çekim burunda başlarmış. Minibün salgıladığı hormonların kokusu beynime ulaşmadan maurice blachot kafasından şehrimizin haki yeşili çimlerine atıldım. Acaba dedim doğduğumuz yer bir foça,amasra,dalyan olmadığı için mi bir hiddetli, renksiziz, yumuşak olamıyoruz, en basit şeyi karmaşıklaştırıyoruz. İki dakka sonra pek tabii düşünce tutucu hapishanemiz hayata ayak uydurmuş, hapishanenin can sıkıcı saçları insanların arasına karışmıştım. Akılsız bir robottum. Uyuyakaldım.

8 Haziran 2010 Salı

igby goes up

Dönem dönem belli inançlar vardır ki sarsılması şarttır. O dönemlerde aklımıza gelen karakter sağlığında kopabiliriz o çilekli ötanaziden. Sahil boyunca yürüyen igby gelir benim aklıma öyle dönemlerde o dokunaklı ama basit filmden. Hep bir aması vardır o adamın da. Antidepresan alır ama üstünde pijaması vardır. Lanet ediyordur ama fonda dont panic çalar. Bize en çok uğruna ufacık tavizlerin verilemediği geçmişimizde, neler nelerin tersdüz olduğunu farkettirir. Bir saniye var ki hayatımızda biri gelip de bize başaramazsak sıçarız diye beynimize girdi yıllar önce ve bir ömür silinmeycek korkuyu hortlatı. Hiç mutlu olmayan kişi kendisine o kadar çok mutlu olması gerektiği hatırlatmasaydı yorulup antidepresana muhtaç kalmıycaktı belki de. Fauklner anneleri döşeklerinde ölürlerken ağzından çıkan son söz hep asla sönmemiş ve sönmesi mümkün olmayan geçmişi üzerineydi. Bir gün o kararı vericez. Sevdiğimiz kadının/erkeğin bizi beğenmemesini tanıdıklarımızın ah be çocuk demesine aldırmıycaz, hayatımızın nasıl birşey olması gerektiğine net bir karar vericez. Yıllardır beklediğimiz o hayatı yaşamaya o gün itibariyle mecbur kalıcaz hatta. O günden sonra beynimizin biz farketmeden gün içinde tıkıştırılmış kurgularla melodilerle değil de istediğiyle gizlediğiyle hareket edicek.

6 Haziran 2010 Pazar

burdan yetkililere süsleniyorum

Son ayların etrafımdaki en bombastik insanları olm lan yakında google da kapanır demekle kalmayıp peşine kih kih kih diye gevrek gevrek sırıtmalarını bizlerden esirgemeyen canlar. Artık ilahi sen deyimine inancım o kadar çok arttı ki sabahları tereddüt idman yurdu olarak açıyorum gözlerimi. Hop bir uyandık artık google da yok. Bu ne bohem hayat bu ne biseksüel perhiz turşusu be sebastian. Yeni hoşsohpet insan trendi ise dns var olm ehe ehe diye gevirenler. Sahipsiz ülkede bir antrkot gibiyiz aziz dns ayarı. Bodrumda doğmayarak hayata 1-0 yenik başlamamızın altından çıkıyor tabi bunların hepsi. Halbuki can boğazdan gelir. Çorbanın yanında buz isteyince garsonun gülümsemesine canımız fedadır. Buz kesmeyip çorbaya bira boca edince garsonun yüz ifadesine canımız yine feda tabii ki. Ama yine de dns'nin ayar vermediği hayatları özlüyorum gözlerim kapalı.

4 Haziran 2010 Cuma

limonata eşliğinde

Hayat yolumda ilerlerken bir an bile hatırlamıyorum ki arkadan omzuma dokunan şahsın ağzından güzel,latif bir cümle çıksın. O yüzden arkamdan ne zaman biri omzumu dürtse hemen aklıma alper kamu özlü sözleri gelir: 'olaylara negatif yönünden bakarsak dünya katlanılmaz bir yer olur morukcum'. Gel zaman git zaman bir süre sonra arkama tabii ki de döndüm. Karşımda tabii ki de Turgut Özal. Laz fıkrası kaçkını beş benzemez kepaze bir halde. Surat ifadesi desen tam bir 'hiç yoktan iyidir' modunda. Halbuki güne ne güzel de başlamıştım. Yıllar yılı dalga geçtiğim meslek odasına kayıt olmuş, manitam mail adresime deniz baykalın seks videosunu göndermişti. Yani bi düşün, seni sola dönülmez tabelası mı daha çok etkiler, baykalı çıplak görmek mi. Kaç adım atarsan değişmiyor. Bir yerde illa ki kalbe giden damar tıkalı. Beni şu ara en çok kadınlarına kavuşmak için atlantiği geçme eğitimi alanlar bi de tumblr kitliyor. Arayı hemen kapatıyorum sevgili blogspot. Limona tadında aya merhaba.

1 Nisan 2010 Perşembe

evrimin itici gücü

Bazı günler diğerlerinden nasıl iyiyse bazı fransız kadınların daha çirkin olma ihtimalleri tabi ki var. Bu aralar rüyalarım nedense bu şekilde tek cümleden oluşmakta. Bir kere sıkılan diş macunumu tüpe tekrar geri sokamıycak olmamın yaşattığı hüzünle bir güne de daha merhaba. Tabi biraz daha geriye dönersek 'uyanabilir miyim anne' ile girdiğimiz ve herkesi öperek kapattığımız günler de yok değil hani. Elimizde 3 farkı gün ve bunları kesiştiren tek bir şey var ; bellek. Sitemimiz işte bu belleğe. Biri gelip bir yazı bırakıyor, hemen sonra diğeri gelip siliyor. O arada hızlıca okumaya çalışırken hop diğer bir dalga. Elde kalan sadece 3 5 kelime tabi. Demek ki herşeyi olduğu gibi yaşamak yeterli değilmiş, düşündükçe varlık anlamını kaybediyormuş. Nasıl düşünürsek düşünelim a dostlar düzgün olduğumuzu söyliyemeyiz galiba. Ama biraz zorlayıp dış kabuğumuzun içte, içimizi dışta düşününce durum daha da vahim. Bir de bunun edisondan önceki hali var. Işık henüz icadedilmemişkenki hal. Dışaardaki karanlık ile içteki karanlık birbirine girmiş halden bahsediyorum. Diş macununu tüpe geri sokamıycaımız gibi, bir kere başladık mı geri dönüşü olmayan duygular da var. Aman dikkat sayın abim.

fisheye

Anadan üryan gelip cıbıl gideriz ya hani diğer tarafa, o tıkadığımız delikler anca yüzde onuna tekabül ediyor hayatının. 1'i de bir 1000'i de bir insanın. Ne imdb'nin 8.4'lük bir filmi,ne şiirin güzel başlığı,ne kitabının piç karakteri. Katiyen değiştiremezler o duygularını,o saflığını,o salak karakterini.
Sen onsuz yaşamayı düşünemezsin belki, veda edemezsin ona bir türlü. Karşıdan karşıya geçerken bile en uzun yolları seçersin gayriihtiyari,ama sadece onun için. O sırada o zencefilli dondurma ile mevsimi gelmemiş erik arasında ikilemdedir en fazla. O mükemmel an için beklediğin süre gereğinden çok çok az fazlası olsa bile, o an s.ksen bir daha gelmez sana. Birşeyleri ya tutkuyla yapalım ya da yapmıyalım be. Hayat palaroid tadında hep de güzel değil be asuman.

18 Mart 2010 Perşembe

yalnız havyarla yaşanmaz

yemek tarifleriyle,yemek pişirerek ve hatta yiyerek aşk ilanı tensel ve tinsel iletişim gerçekleştirilebilir mi ?
Şaka tabi bunu sorgulamıycam ama anne karnında aldığı soğan kokusuyla ağlıyabilen kadınların olduğu bir ülkedeyiz. Sararmış fotoğraflara benzetiyorum ben onları. Çikolata uzatıldığında rejimdeyim demeyen kadınlar da var. Hepsini seviyoruz. Bir de böyle güzellerin yanında hayatı sadece kariyerden sananlar,eşcinsellik bir hastalıktır diyenler,çocuğuna behlül ismini koyan anneler,3 çocuk istiyen babalar,köpeklerine merci,loly,lucy ismini koyan aileler,kızınız kötü çocuklarla arkadaşlık ediyor diyen rektörler,kadınlar için pembe erkekler için siyah kapaklı roman basanlar var. Geleneğimizdeki biz havayı daima üfleriz ile siz yeter ki yelkenlerinizi doğru kaldırın arasında yan geldik uyuyoruz resmen. Diesel amcamıza kulak verelim : smart critiques,stupid creates. Ayrıca Terry Richardson abime sevgiler,saygılar.

13 Mart 2010 Cumartesi

aleyküm bahar

Darbecilerin bile romatik romantik günlük tuttuğu naif memleketimde gün geçmesin ki bir olay vuku bulmasın sevgili. Şimdi hepberaber we are finding the vuku.
Bugün metrobüste bir dedenin 'evlat istanbulu geçtik mi ?' demesi ve 'yok amca geçmedik bu durakta iniceksin' demem, amcanın inmesi ve ortaya bir anda kameraların çıkmamasıyla anladım ki 8 aydır ilk kez bir iş görüşmesine gidiyorum. Dev duvarlı hastane koridorlu salona girdim, bayan cv karşımda ve ilk soru: 'önce cv'nizden başlıyalım isterseniz,adınız sametmiş sanırım burda öyle yazıyo.' Yok artık canım bu kadar mı değişti işler katılmayalı bu görüşmelere derken,diyemedim tabi onun yerine,'Evet ben samet,siz de zeynep hanım hatta di mi?' ile başlıya çileli saatlere giriş başladı. Nedense kadının her sorusunda aklıma msdeki sarı kafalar geldi,kadın o smayli senin bu smayli benim diyerek şekilden şekile girerken,ben müsade isteyip metrobüse koştum.Huzur metrobüste.Metrobüs öyle bir ortam ki metrobüse yetişmek için koşanların sayısı metrobüse binenlerin 3 katı gibi bir rakam.Ortam tam bir yalıçapkını yani.
Ruhi su gibi bir hafta geçti anlıycağın.Yanlış denkleminde az doğrulu.Bol hatalı.Olay hata yaptığını farketmekte.Yani baze şeyler duygu değil beceri işi.Şu klişelere birgün kiltlenicek olma ihtimalim şuraya not yazmamın tek sebebidir.Aleyküm bahar a dostlar.

11 Mart 2010 Perşembe

tabi fin halk ezgisi eşliğinde

Eyfel kulesini hiç görmedim,hiç parise de gitmedim. Ama paris sıkıntısını iyi bilirm. Baudelaire der ki herşey sarhoş olmakta. Omuzlarınızı ezen zamanın korkunç ağırlığını dıymamak için sarhoş olmalısınız. Şarapla,şiirle,erdemle,nasıl isterseniz,ama sarhoş olun. İçin,ama gtünüzle içmeyin dememiş yani adam. İşte canlarım bizim sorunumuz bu.Çok ciddiye alıyoruz herşeyi,çok düzeltiyoruz üstümüzü başımızı.O yüzden hayat bize çatıyor,hüzün hep bize salça oluyor,hep bizde kalıyor. Ak sakallı gelip de kurtarmadığında da 'tamam bundan sonra artık böyle'ler en fazla bikaç dakika kalıyor zihnimizde,bu yüzden sanığın tutukluluk hali devam ediyor tabi bi süre daha. Gelin bütün bunlara bir son verelim ve hemen şimdi neden diye soralım karşımızdakine,ya da neden olmasın?

9 Mart 2010 Salı

keep calm and grow a mustache

Bizim eve mart hep erken girer,aynı teknoloji gibi. Bilgisayarım çık lan dışarı diye çığırarak teknoloji ve marta ne kadar ilgili olduğunu gösterir.Ama günün sonunda elde illa ki iki şey kalır gurur ve aptallık.Bir de bu dört şeyle birlikte eve kimin soktuğu belirsiz moleskineler var.Feleğin çemberi bana bu moleskinleri şu şekilde kullandırdı,tavsiye etmek boynumun borcu: Sahildeki Kafka,genesis,ayakizlerindeki adımlar okurken,infinite playlist,harold et maude izlerken.
Çalışmak ya da çalışmamak,bütün mesele bu değilmiş sayın karşı taraf.Bol şangaylı,bol 40 yıl hatırlı,bol cool baharlar senin olsun madem.

20 Şubat 2010 Cumartesi

çiçekleri yemeyin

Bizi mutlu eden insanlar hiç beklemediğimiz insanlar,insanın tuğlalarını gevşeten bu beklenmeyen karşımıza çıkınca bağrımıza basmalı.
Evinizin tüm aynaları kırmakla başlayın işe.
Bahar gelince gülme zorunluluğu geliyor bu kötü ama akşam uyuma zamanı erken geliyor bu güzel.
Hayata daha çok çapkın bakış atın.
benden iyi bir sevgili olmaz,iyi bir tenkin edici olmaz,iyi bir çalışan da. o yüzden 5 yıl sonraki samet,i am sorry i failed.
Sadece huzur içinde varolabilmek ne kadar güç değil mi sebastian?
İlle de gerekli mi başkaları?

17 Şubat 2010 Çarşamba

büyük muzdaripler

Efendim bu fasılda yanlış anlaşılmalara mahal vermeden sonu jpg. ile bitmeyen bir refika hatun ile, muhterem osmanbey beyefendisinin beraber potasyum sülfatlanmalarına müşerref olucaz,ben oldum. Müşşeref edersiniz bloğumun 111. izleyici. Okurken yatarken üstünüze örttüğünüz pak,ütülü,beyaz pikenizin sabah kalktığınızda buruş buruş olduğunu sakın ama sakın unutmayın.
Sözleri salinger, güftesi cohene ait tipik bir sepet filmi için yine taksim sokaklarını arşınlıoyorum. Karnım bir bahar gibi o kadar çok acıkmıştı ki, insanları ellerinde frigolar yerken görüyorum. Günün anlam ve önemine yönelik kalp şekli verilmiş yüzlerce balon muntazam biçimde üzerime üzerime geliyor, sigaramla her birine değişik figürlerde şakalar yapmaktayım. Tek kelimeyle sap,iki kelimeyle iskele direğiyim. Hava adeta o ana özel küresel ısınmış, beni ter içinde bırakmıştı. Buram buram trajik kokuyorum. Kapasında rakı ve klima yazan biyer aradığım halde nedense huzursuz bacak sendromunu henüz atlatamamış ayaklar beni bir fal kafeye sokuyor. Bir erkeğin hayatında teselliyi martavalda bulduğu anlar da vardır sevgili 111. okuyucu. Ama o anlardan birinde değilim o sırada, olsam belki güzel bi hikaye çıkabilirdi,neyse. Bu Refika hanımla osmanbeyliye orda kulak misafiri oldum. Elinde cortazar kitabıyla nasıl da hayattan kopmamaya oynuyorlardı. Sanki geçmişinde hiç de unutmaya çalıştıkları bir anı yokmuşcasına aynı bıldırcın yumurtası gibiler. Yanında olmasını istediğiniz kişi gibiler,her derde deva.
Durdum, baktım, aramızdaki mesafeyi ölçemeye çalıştım, bunu ne kadar zamanda yapabilirim onu ölçmeye çalıştım. O da duruyor, ama o bakmaz, ona göre mesafeyi sen yaratıyosun, o susar, hep de susacak.

15 Şubat 2010 Pazartesi

medeni halsizlik

Hiçbirşey göründüğü gibi değildir. İnançlar. Yanılgılar. Hatalar. Geri dönmeler. Tekrar düşünenler. Gitmeyenler. Karşınızda ağlıyanlar.Beyninizin zonklatanlar. Gizemli yabancılar. Rüyanıza renk katanlar. Rüyanıza ket vuranlar .Korkutucu seanslar. Tarihi geçmiş aşklar. Birilerini andıranlar. Birilerini kandıranlar. Arayıp duranlar. Çalmayan telefonlar. Verilmesi gereken kararlar. Tekrarlanan hatalar. Başınıza saplanan ağrılar. Zamansız fırtınalar. Cevap bekleyen sorular. İşaretleri görmediğinize emin misiniz?

5 Şubat 2010 Cuma

too many dicks on the dancefloor

Uzun süredir bu kadar garip uyanmamıştım,biraz kırgınlık var üzerimde. Ayağa kalkmaya yeltendiğimde kırgınlığın sebebini anlıyorum, bacağım kırık. Kırık bacakla çalan saate uzanmak çok zordur,saat 2yi biraz geçiyor. Saatin 2ye kurulmuş olması önce bi garip gelse de dışarısının karanlık olması daha saçma olduğu için kalkmaya ikinci kez yeltendim, allahtan sigarayı sevmem. Koşarak banyoya attım kendimi. Kapıyı açtığım anda üstsüz ama altlı burnu kırık bir kızla burun buruna geldik. 10 saniye kadar burnuna kiltlenmemden olsa gerek, hemen üstüne tişortunu giydi. Tişortun üstünde Micheal Jackson resmi vardır. Başın sağolsun dedim, oh my gosh oh my gosh diyerek koşaradım alt kata indi, sanırım türktü. Alelacele kahvaltı yapıp bisiklete atladım,çok kolay bişe siz de yapabilirsiniz. Niyetim istiridye parka gitmek. Yolda ilkokul hocama rastladım, sanki 15 yıldır değil de 15 dakikadır görüşmüyomuşuz gibi nereye diye sordu, s. lerde ders çalışıcaz hocam diye cevap vermemle günün ikinci oh my gosh oh my gosh unu duymam bir oldu. Durmak yoktu yola devam ettim. Tek dal malbuşumu da bitirmeden kendimi parkta buldum, hemen park edip attım kendimi içeri. Gösteri çoktan başlamıştı, kapılar kapandığı için içeri alınmayanlar arasında burnu kırık kız da vardı. Gözlerim Micheal Jacksona kiltlenmiş, var mısın bi scrable atalım diye hemen musallat oldum kıza, başka birşeye odaklanmam lazımdı, sonunda pes edip scrable için erken ama beni eve bırakabilirsin dedi. O kadar sevindim ki hemen soyadını öğrenip facebooktan listeme ekledim, bu hareket sanırım biraz - puan yaratmıştı. Nasıl bırakıcaksın beni evime dedi, yürüyerek dedim, biraz uzak ama yürürüz hava güzel. Yola devam etmek üzereydik ki ellerini omzumda hissettim, arkamı döndüğümde elleri olmadığını anladım, bacaklarıymış. Eve vardığımızda ilkokul hocamın da bizimle geldiğini farkettim. 2 bayanla 2 katlı bir evdeydim, anlaşılan bana bu evde yer yoktu, zaten 2 dakkaya kalmadan sevişmeye başladılar, çıkıp eve doğru yürümeye başladım. Eve vardığımda içerisi scrable harfi doluydu, 1 kelime cümle kurdum, 2 hiç puan alamadım, peki sence 1 mi 2 mi?

14 Ocak 2010 Perşembe

ne goller attım ki zaten ofsayttılar

İnsanlara her zamankinden daha az tahammül edebilir bir sosyopatlığa ilerlediğimden kafayı pek camdan dışarı çıkartmıyorum,içimde saklıyamadığım bir sevinç var. Bazen tuzla buz oluyo işte böyle insanın kafası. 2010 a girmeye hevesleneli 2 hafta olmuş, mıknatısı kumun üstünde dolaştırarak define bulamayacağımı öğreneli ise 20 yıl halbuki ikisi de dün gibi. Aslında bu iki sıkıcı olayın aynı cümleye denk gelmesinin ana sebebi duble sıkıcı rüyamda kesişmeleri. Bu günlerde kurduğum mahşeri düşler 2010 gerçeklerinden çok daha ilginç. Mıknatısı dolaştırdığım sahilde öyle bi sallamış ki beni 2010 hala daha kendime gelemedim. Solda, sağda, ışıklarda, tuvalette devamlı birileri boyoz diyor sanki. Boyoz yukarı boyoz aşağı. Hay skiyim böyle rüyayı ben. Aslında bu mıknatıs gerçeğini yüzüme vuran bizim eski baçıvan. Çoğunlukla bu adamın söylediklerine inanma eğilimliyimdir; bütün kutup ayılarının solak olduğu, sara çölüne 1979da kar yağdığı, aslanların günde 50 kez seviştikleri. Hayatta insanların bir referans noktası tabii ki vardır. Ama bazı akşamlar hayat o mehlül,saf bakışlarını yitiriverir. En güzel fikirlerimizin dandikliğini, en samimi duygularımızın yapmacıklığını kavrarız. Aslında hiçbir konuda bir fikrimiz bulunmadığını, hiçkimseye karşı birşey hissetmediğimizi ve tüm evrenin bize karşı ortak kayıtsızlık içinde olduğunu. Hep gözümüzün önünde durduğu halde ner nasılsa yok saymayı başardığımız bu gerçeği fark ettiğimiz anda ilahi işleyişi de çözmek üzereyiz demektir.